15 Haziran 2011 Çarşamba

Bir film karakteri olsam ancak çizgi film karakteri olurdum

Sevgili Dostlar! Meraklılar! Takipçiler! Neşeli Gençler! Doğu Romalılar!

Ünlemlerle dolu bu sesleniş, birazdan mırıldanmaya dönüşecekse de, heyecanlı girişleri her zaman sevmişimdir. Blogumu uzun zamandır yine kimsesiz bıraktım diye düşünüp bari bu aralar neler düşünüyorum onları paylaşayım dedim. Bu aralar en çok insanların hayata dair manevralarını düşünüyorum; istemsiz ya da bilmeden ya da bile bile.

"Tanıdığım bütün loser kadınlar Yoga yapıyor" diyen bir yakınımın son kız arkadaşının da yoga gruplarına üye biri olduğunu öğrendikten sonra içten kıs kıs güldüm. Düşündüm, ne kadar çok kişi tu kaka dediği ve yıllarca yerdiği bin türlü şeyi, yaşamın gidişatına göre sevip kabul eder oluyor. Bu durum normal mi bilmiyorum. "İnsanlar değişmez!" mottosu ile dostluk, sevgililik,evlilik müesseselerini yer ila yeksan eden, değişime direnir görünen cin yavruları, bazen kendileri öyle bir değişimin, o kadar kendilerinden olmayan tercihlerin göbeğine düşüveriyorlar ki inanılır gibi değil. Velhasıl, iyi tanıyorum dediğim insanların bazı tercihlerine şaşkınlıkla baktığımda, düşülen en büyük yanılgının kimsenin değişmeyeceği üzerine olduğunu kurdum bu sabah. Bir vesile ile. Ve her zaman oldugu gibi kesinlikle kanaat getirdim ki; insanlar değişir. Ve bu her zaman çok da kötü bir şey değil. Sadece değişimin nereden kaynaklandığı ve seçimlere yön veren dürtüler, bazen çok belirleyici bir şeylere işaret edebiliyor. Yıllardır aslında olamadığı şeyleri, kendinden farklı insanları yeren, fakat imkan buldugunda, uygun şartlar oluştuğunda tüm sosyal çevresi ve seçimlerini o bir zamanlar tu kaka denilen durumlar üzerinden şekillendiren insanlar var. Yakın zamanda çok fazla gözlemlediğim bir şey.

Sosyal medya ve teknolojik türlü cihazlar, fotoğraf programları, ince ayarlı makineler, aslında insanlara kendilerini daha çok sevme ve sevdirme imkanı sundu sanırım. Şimdi aynanın karşısına geçer gibi bilgisayar ekranına bakarak, en artist bakışlı pozları şakır şakır twitter ekranlarına yapıştırmak, instagramda en nadide göz süzüşleri post etmek, like like butonuna basıldıkça içlerde eriyen yağlar artık herkes için son derece sıradanlaştı. Kendi adıma, en güzelinden leme leme bir fotoğraftaki sevimli bakışlarımı oraya buraya yapıştırmak benim için de çok eğlenceli. Fakat hayatı holivud filmi çıkışlı yaşayan insanlar var ki; sosyal medyanın iç hallerimizde estirdiği rüzgarlardan savrulan hayallere bakınca, şaşkınım.

İçi dışı bir olma kavramının yer ile yeksan edilmiş olması da bundan. Gizem, her daim her cins arasında pirim yapan bir olgudur. İnternet üzerinden iletişimde kendini olduğu gibi değil de olmak istediği gibi göstermenin imkanı yükseldikçe, herkes birbirini film tadında bir dünyada sevmeye başladı gibime de gelmiyor değil. Gerçek olanı sevmek her zaman zordur. Çünkü gerçek insanlar pırt yaparlar, ağlarlar, küserler, dişlerinin arasına maydanoz kaçar ve her daim çok güzel değildirler. James Bond'un da sümüğü akıyor. Karizma dediğin yakınlaştıkça eksilen bir şeydir. En güzeli olduğu gibi görüp sevmek, sizi olduğunuz gibi ve en berbat durumlarınıza tanıklık etmiş olmasına rağmen çok seviyor olan birilerine sahip olmak. Hayat bundan ibaret.

Yazdıkça açılıyorum di mi? Şimdi aklıma eski bir sevgilimin "insanların zayıflıklarını görmekten hoşlanmıyorum" demesi geldi. Şu an farklı bir kıtadaki ve multi lingual yapılı kendisinin bu satırları okumayacağı, okusa da anlamayacağı güveni ve aradan trilyon yıl geçmiş olmasının patavatsızlığı ile kendisi nezdinde "zayıf insanlardan hoşlanmıyorum" diyen tüm gabilere sesleniyorum; "sevgili Kont, ben senin öyle zamanlarını ve zafiyetlerini bilirim ki, NY Times'a kapak olsan karizmayı kurtaramazsın". Zamanında kendisinin yüzüne de söylemiştim. O yüzden arkasından konuşmuş sayılmam. Velhasıl, insan olmak güzel bir şey, insanın hem kendini hem de başkalarını tribünlere oynama edası dışında bir kabul gözü ile sevip kabul etmesi güzel bir şey. Zaman ister ve emek.

Şu an yazdıkça saçmalama noktasına geldiğimi farkettiğim için durasım var. Acaba araya iki resim filan koyup ilgiyi yazının üstünde tutma çabamı egosantrik bir instagram çıktısı ile mi şenlendirsem? Vazgeçtim. Onun yerine en saf ve temiz duyguların insanı olduğumun ispatı ile yazımdaki duyguları perçinlemek istiyorum.



Sağlıcakla kalın. Haziran çok yoğun bir ay. Yeniden yazar mıyım bilmiyorum. Beni düşündükçe yukarıdaki resme bakın. Instagrama daha şahanelerini post ediyorum.

Best wishes,

Pinar

ps. Gelecek yazıya bizim kuşağın nostalji klişeleri hakkında bir şeyler yazmak istiyorum. Unutursam hatırlatın.

2 yorum:

Mathy dedi ki...

ne güzel yazmışsın yine..

geçen gün okula giderken, yolda karşılaştığım veletlerden biri "hocam gözlüğünüz ne kadar büyük, yok muydu daha büyüğü?" diye kendince laf sokuştururken, "hıı yoktu daha büyüğü, ara maya gibiyim di mi?" dedim bende ona, doğal bi tepkiylen."hıı" dedi, arı mayanın ne olduğunu elbetteki bilmiyordu..
çok güldüm sonra yolda yürürken, veledin 96lı olduğunu düşünürken, kendin bile arı maya yı hayal meyal hatırlarkene, kendinden 20 yaş küçük birine "arı maya" geyiği yapmak ve bunu anlamaması, kocaman bi gülümseme yaydı yüzüme..
demek istediğim öyle bişi işte..
loser kadınlar ve yogaları hobarey!! :)

Ağustos Büyücüsü dedi ki...

Ben de cok seviyorum o supermen gozluklerini. Aldim hatta bir tane, fakat daha çok madam küriye benziyorum takınca, o yüzden şimdilik sadece mikroskop başında kullanıyorum.