4 Aralık 2016 Pazar

Müstesna'ya mektup...

Müstesna çayından bir yudum daha alıp devam etti: "Çok değişti artık onu tanıyamıyorum" dedi. Peki neden üzülüyorsun? diye sordum. 
Sonra uzun uzun anlattı, dinledim. 
"Sen ne diyorsun bunlara peki?" deyince, "Zaman yok hadi kalkalım, ben sana sonra yazarım" dedim. Aşağıdaki yazı, Müstesna için. Ve içinde kendinden bir şeyler bulacak herkes için olsun...


Tanıdıklarının bildiklerinin değiştiği, alıştıklarının aynı kalmadığı, değişmez zannettiklerinin yok olduğu zamanlar güzeldir.

Ezberlerinin bozulduğu, hep olacak dediklerinin artık olmadığı, hiç olmaz diye düşündüklerinin gelip seni bulduğu zamanlar güzeldir.

Değişmek güzeldir, yer değiştirmek güzeldir. Hiç bilmediğin insanların hayatlarının kıyısına yaklaştığında, gördüklerin güzeldir. Her yeni insan, yepyeni bir dünyanın kapılarını aralar.

Çok iyi bildiğini zannettiklerinin, hiç bilmediğin hallerine rastlamak güzeldir. Aynı kalmayı beklemediğinde, değişmeyi de beklemezsin. Beklememek güzeldir. Bir şeylerin kendiliğinden değişmesi güzeldir.

Olduğu gibi bir akışta, engeller koymadan, suyun yönünü değiştirmeye çabalamadan akıp gitmek güzeldir.

Neredeyse hiç kimse akışta değil. Kimse kendini rahat rahat, korkusuzca bırakamıyor. Akıntıya karşı kürek çekmenin yüceltildiği bir düzendeyiz, "Bırakmak" çoğu kişinin korkulu rüyası. Zorlamaya, bentler örmeye, "öyle değil böyle"lere alışmış olan herkes, kaybetmekten çok korkuyor. Kaybetme korkusu insanın en ilkel hastalığı. Oysa en kötü hastalık, insanın kendini kaybetmesidir. Kendini iyice tanıyamamış, aynada kendiyle yüzleşememiş kişiler için değil ama. Onlar kaybedecekleri şeyleri de kendilerinin dışında tanımlarlar. Başkalarını kaybetmekten çok korkarken, kendilerine bakmayı unuturlar. En çok kaybedenler, kendilerini aramayanlardır. Kendilerini bulamamış olanlardır.

İnsan egosu öyle çetrefilli, öyle yüce acayiplikte bir şeydir ki; siz batarken size nefes aldırmaya çalışır. Oysa batmak güzeldir. Size üzüntü veren bir durumda, olan bitenin karşısına geçip "Bunu ben yaptım, tam da bunu hakettim!" diyebilen çok azdır. Genelde mağduriyetleri başkaları yaratır; başkalarının kötü huyları vardır, başkaları inatçıdır, başkaları sevmeyi bilmez, başkaları bize şunu bunu yapmıştır. İşte o başkalarına sallanan parmak, sizin tatlı egonuzdur. Şimdi aynaya bakıp parmağınızı kendinize sallayın; içinde bulunduğunuz durum her ne ise; onu siz istediniz. Siz yarattınız. İyi ve güzel, kötü ve sıkıcı her şey sizin seçiminiz. Sizin izin verdikleriniz. Geçmişteki yaşadığınız her şeyi siz seçtiniz. Geleceğinizi  ise tam da şimdi seçiyorsunuz.

Sevgi neşe ve ahenk içerir. Sevgi kendini saklamayı gerektirmez. Sevgi kendinden saklanmaya mecbur kılmaz. İnsanın kendinden saklanması çok üzücüdür, çok kırıcıdır. Gerçekteki en derin duygularınızı karşınızdakinden saklamak zorunda kalırsanız, gerçek duygularınızı alıştığınız konfor alanından çıkamadığınız için hasır altına süpürürseniz, kendinizi yok sayarsanız çok kırılırsınız. Kendinizi kandırırsanız çok incinirsiniz. Ve en çok incitebilenler aslında kendini en çok saklamış olanlardır. Kendi gibi olamayanlar,  aslında kendilerine olan kızgınlıklarını karşılarındakinden çıkarırlar. Öfke insanın kendisinden kaynaklı bir duygudur, kendisiyle barışık olanlar daha az öfkelenirler. İnsan kendinden uzaklaştıkça öfkesi artar.

Sevgi zorlukları birlikte aşma dürtüsü içerir, tek tarafın yalnız başına çabalaması gerekmez, sevgi işbirliğidir.

Vefa duygusu insanı geçmişteki durum ve sözlere saplayan, çıkmak istediğiniz kapıların üstüne kilitler vuran bir duygu değildir. Vefa, çoğunluk tarafından yanlış anlaşılan bir kelime diye düşünürüm hep. Vefa duygusu, iyiliğe bağlılık içerir, durumlara değil. Vefa, iyi duygulara bağlanmayı içerir. Ortada karşılıklı güzel bir şeyin kalmadığı durumda vefa, bazen gitmektir. Bazen susmaktır.

İnsanın insanı iyileştirmesi mümkün. Çiçek açtırması mümkün.

İnsanın insanı hasta etmesi, eksiltmesi, yaralı bir hayvana çevirmesi mümkün. İşin fenası bunların hepsine cahilce "sevgi" diyoruz. Öyle zannediyoruz. Sevgi çoğumuza acı veren bir şeymiş gibi öğretildi. Çekilen acı çoksa, sevgi çokmuş zannettirildi. Oysa acı veren değişememektir, bırakmamaktır, akıntıya karşı kürek çekmektir. Gerçek acı kendin olamamaktır. Kendinden uzaklaşmaktır.

Sevgi bir arada değişmekten korkmamaktır. Başkalaştığını kabul etmektir.

Sevgi bazen de kendine saplı kalmamaktır. Alışkanlıklara saplanmamaktır. Vazgeçmektir. Zamana ve getirdiklerine inat etmemektir. Kabuldür. Kendi içinde evrilmektir.

Sevgi değiştirmeye inat etmemektir. Değişmemeye inat etmemektir.

Sevgi anlaşmaktır. Anlaşamadığınız birini gerçekte uzun süre sevemezsiniz. Sizi anlamadığını düşündüğünüz biriyle uzun süre bir yolda yürüyemezsiniz. Birlikte nefes almıyorsanız işbirliğinizde bir yan eksik demektir; eksik kalan taraf bir gün vazgeçtiğinde o yüzden şaşırmayın. Sevgi egonun sınırlarını kaldırmaktır. Sevmenin tanımlarını birbiriniz için kendinize göre yeniden yazmaktır, sırf sizin bildiğiniz gibi değil. Belki de öğrenilenleri unutmaktır. Öğretilenlere gülmektir.

Sevgi bozadır, kestanedir. Oraya buraya atılan terliklerdir. Benzer olmamaktır, ayrılıklara neşelenmektir. Saçmalamaktır, saçmalamaya izin vermektir.

Sevgi kelimeliktir; kelimeyi denk getirdin mi karşındakine çaktığın yüz puan neşesidir.  Sebze köftesi hayalidir, mercimek çorbasıdır, çekirdek kahve kokusudur.

 Değişimleri neşeyle kucaklayabilen herkese sevgilerimle...

Müstesna seni de öperim.  "Neden bana yeni ve güzel şeyler gelmiyor" diye sormadan önce elinde tutup bırakamadıklarına, bırakmak istemediğin duygulara dönüp bak. Yarın çaya gel olur mu, zencefilli kek yaptım...



















Hiç yorum yok: