20 Mart 2020 Cuma

Ayna ayna söyle bana...

Oluyor gibiydi aslında...

Her şey  herkesin kendi küçük dünyasında zannettiği gibiydi. Sözde sınırlarımızı çiziyor, karar veriyor, ayırıp ayıklıyor, kendimizi bir şey zannediyorduk.  Kendi küçük dünyamızın ego duvarları arkasından bakıp hayata, öyleyim, öylesin, öyleler zannediyorduk. Ve yok saydığımız şeyler de vardı. Sonra bu çağda akıl alacak gibi değil, bir salgın, bir virüs bizi kendi kendimize bıraktı. Nereye kaçarsan kaç kendin. Kiminle avunursan avun, neye sarılırsan sarıl, kendin. 

Zor bir yıl olacaktı bekliyorduk. Ama şimdi herkes önce kendi sonra da birbiriyle sınavda, sınav soruları epey kazık. Az sayıda soru var aslında, derslerini çalışmış olanların kalplerinde birlikte olmaktan, sadece kendimizi değil birbirimizi kollamaktan, dayanışmaktan başka çare kalmayacağı yanıtı çoktan belirdi bile. Ya hep beraber, ya hiçbirimiz. 

Kendi küçük dünyamız ne güzeldi değil mi? Küçük lükslerimiz içinde kurduğumuz bencil düzenlerimiz. Kayıtsız kaldığımız başkaları, kayıtsız kaldığımız bir gezegen. Başka hayvanlar, başka insanlar. Kendimizden başka herşeye kayıtsız kaldık, ve zannettik ki gelecek, bizim seçtiğimiz gibi gelecek. Bizim kurguladığımız gibi gidecek her şey. Sonra birden yok olma tehlikesi kapıya dayanınca duvarlar nasıl da yırtılmaya başladı yavaş yavaş. Önce kendimizle aramızdaki duvarlar, seçimlerimiz paramparça olmaya başladı, sonra insanların, ülkelerin arasındakiler. Çünkü sahip olduğumuz tek şey var; sevgi. Tek bir gerçek güç var; sevgi. İstediğiniz kadar itekleyin hayatı, herkesin ihtiyacı olan tek şey merhamet ve sevgi. Tam da şimdi birbirimizden sakınırsak geri neyimiz kalacak?

Tam da bu zamanlarda kendinden kaçan, içimize ayna tutma fırsatını kaçıranlar için her şey aslında daha zor olacak. Çünkü kaçarak kurduğumuz dünya sahte. Ve şimdi dünya, kendi iç esenliğine kavuşmak için yeniden, insan eliyle inşa edilmiş bütün sahte düzenleri, tüm bencilce akışı bozmak için, gerçeği yeniden filizlendirmek için çabalıyor. Gerçek ise hemen nefesini ensemizde hissettiğimiz bir şey. 

Sahteliklere ihtiyacımız yok. İhtiyacımız olandan daha fazlasına göz diktiğimiz için bozulan tüm dengeler sarsılmadan yerine gelmeyecekti elbette. Gerçekle aramızdaki perde yine kendimiziz. Kendim dediğiniz şey ortadan kalkınca kalplerdeki gerçek ışıldamaya başlayacak. Çünkü her şey yalan, sarıldığımız kendi gerçeğimizin duvarları egonun sarmaşıklarıyla kaplı. 

Kendinizin önünden çekilin. Ben öyle yapıyorum. Şimdiki zaman geleceği düşünmek için değil, tam da şu anki seçimlerimiz ve iç sesimizle başbaşa kalmak için eşsiz. Şimdinin kıymetini bilelim. Yarınımız şimdiden geçiyor.

Kuşkusuz ki hatalarla bezeliyim. Kuşkusuz ki egomun duvarları kırmaya çalıştığım kalın tuğlalarla kaplı. Kuşkusuz ki hatalıyım, cahilce davrandığım çok olmuştur. Fakat mecburen dışarı çıktığım zaman insanlara baktığımda, üzerimden sis gibi yayılan bir sevgi dalgası hissediyorum, herkesi kuşatabilirim. İhtiyacımız olan tam da bu. Sadece sevdiklerimizi değil, belki hiç tanımadıklarımızı bile bencilliğin örtemediği bir sevgiyle, paylaşmakla, bölüşme hissiyle kucaklamak.

Sadece sizim seçimlerinizin yaratacağı gelecek yanılgısını içinizden söküp attığınızda geriye sadece bu gün durduğunuz nokta, şu an kalıyor. Durduğumuz noktalardan birbirimize doğru iyiliğin çizgilerini çekersek, çekebilirsek yeni insanlığın resmini beraber çizebiliriz.

Kimin ne düşündüğü, ne algıladığı, neyi seçtiği, kimden neyi sakındığı, neyi verdiği hep kendi sorumluluğu. Sorumluluk bu çağın kaçmaya en çok çalıştığımız gerçeği. Biz kendimizden ve başkalarından da sorumluyuz. Sorumlu olduklarımız ise sandığımız kadar az insan değil. Ya hep beraber, ya hiçbirimiz..

Sağlıkla, sevgiyle..

16 Mart 2020 Pazartesi

Bir Korona çıkarımı; içe dönmenin dönüştürücü gücü

 Bu ömür süresinde göreceğimiz şeylerden biri de salgın hastalıkmış. Halen ciddiyetine varmamış bir sürü insan var. Bu günlerde ben de bir çoğumuz gibi konuya kafa yoruyorum, bilim temelli kaynaklardan konuya dair güvenilir bilgileri okumaya çalışıyorum. Ev dezenfektan cennetine döndü. Ellerim yıkamaktan hışır hışır.

Virüsün değiştirdiği, değiştireceği, değiştirmeye başladığı bir dolu şey var. Olabilir mi, mümkün mü bilmiyorum ama bu hastalık yayılması, insanlıkta, kalplerde bir iyileşmeye neden olabilir mi dersiniz?

Sağlıkla nefes alabilmenin değeri anlaşıldığında bir çok başka şeyin değeri ne kadar azalıyor değil mi? Maddi şeylere sahip olmanın değeri ne kadar yok oluyor hemen. Ceplerinden para fışkırsa, şan şöhrette birinci olsan, en güzel en havalı en yakışıklı olsan farketmez, hapşırık mesafesinde bekleyen korku insanda tek bir düşünce bırakıyor geriye; sağlıkla yaşamaya devam edebilmek. Hastalanmamak. Sevdiklerinin sağlıklı olması.

Şimdilik bunun için yapabileceğimiz şeyler var;  kendimizi izole edebildiğimiz kadar öyle yapmak, hiç durmadan ellerimizi yıkamak, yüzümüze sürmemek için hep tetikte olmak. Sarılmamak, öpüşmemek. Biraz alışkanlıklarımızı değiştirmek. Benim için de çok zor inanın! ben sarılıp öpüşmeyi çok seven biriyim. sevdiklerimi kucaklamadan duramayan dokunmatik biriyim!

Mesafeli olmayı öğrenmek kendi iç savaşlarımdan biri. Bir yandan hiç olmadığım kadar cool duruyorum.

Sorumlu davranmak aslında. Kendin için rahatsan başkaları için öyle olma. Bu virüste her kişi x 3 kişiyi enfekte edebiliyor. Bağışıklığın güçlüdür, belki hastalanmaz belki atlatırsın ama ya sevdiklerin arasında öyle olmayanlar?

Kendi sorumluluğunu almaya hazır mısın? Başkalarına etkinin sorumluluğunu almaya? Sevdiklerinin sorumluluğunu almaya? Hatta tanımadığın insanların!

Peki konu gelip evde kapalı kalmaya dayanınca ne oluyor? Yapabileceğimiz bir şey mi? Bir süre kendimizle kalıp yazmaya, çizmeye, okumaya vakit ayırabilir miyiz? Ne kadar süreyle başarabiliriz bunu? Ne kadar süre evde yemekli davetlere ara verebilir miyiz? Bir kahve içmeye buluşmamayı?   Toplanmamayı başarabilir miyiz? Ne kadar süreyle bir araya gelmeyi erteleyebiliriz?
Ne zor geliyor değil mi? Ama olması gereken tam da bu.

Olması gereken tam da karantina günlerinde biraz içe dönmek belki de. Şimdi böyle zamanlarda ailenin değerini yeniden keşfediyor olabilir miyiz? Aile olmanın önemini? Birbirine yeten, birbirini kucaklayan, kollayan, konuşan, koklaşan, kapışan ama bir arada durabildiğimiz kişilerin değeri başka hiçbir şeye benzemez. Ailemiz bizim kalemizdir. Hep böyle hisseden biriydim. Şimdi daha çok böyle hissediyorum. Belki de virüsün gelişi ile keşfettiğimiz, unuttuysak yeniden anımsadığımız değerlerden biri de bu. Topluluklarda olamadığında, sosyalleşip coşamadığında, kendinle kalabiliyor musun? Kimlerle bir arada kalmayı seçtiysen, onlarla ilişkini gözden geçirmeye hazır mısın?

Kendinle ilişkini gözden geçirmeye hazır mısın?

Çin’de karantina günleri sonrasında rekor sayıda boşanma başvurusu gelmiş. E kolay değil elbette, 7 gün 24 saat belli bir metrekarede burun burunasın. İlişkilerin en harika sınavı da bu olsa gerek. Ya da aslında kendinle sınavın da bu. Hiç düşünmediğin şeyleri, ertelediğin şeyleri düşünmeye, değer mekanizmalarını baştan inşa etmeye ne dersin?

Bu iş umarım en az zararla atlatılıp gittiğinde insanlık dönüşür mü dersiniz? İçe dönme fırsatı yakalamışken bunu yapsak, acaba bu işin sonundan daha güzele doğru evrilmiş biçimde çıkar mıyız?

Uzun zamandır içini, kendini, seçimlerini, seçtiklerini düşünmeyen herkes için, kalabalıklarda kendimizi kaybetmeden bir nefeslenme süresidir bu. Eğer iyi değerlendirebilirsek daha güçlü, daha odaklı, daha “kendini bilen” şekilde altından kalkacağız bu zamanların. Geçici olanla, kalıcı olanın ayırdına daha çok varacağız, seçimlerimiz evrilecek, değerlerimiz değişecek belki de.

Bu bir fırsat.  Tüm insanlık için çok değerli bir anlama fırsatı. Çok değerli bir anlaşma fırsatı. Kendine yakınlaşma fırsatı.

Her gün kalkıp evden çıkmak için bir amacınız olduğunda, dostlarla gezmelerdeyken, yiyip içip coştuğumuzda günler daha kolay geçiyor. Şimdi daha bu işin başlangıcındayız. Yarın belki de karantina geldiğinde “ıssız bir adaya düştüğünüzde yanınıza alacağınız üç şey nedir” gibi bir karar vermeniz gerekse; kiminle karantinada olmayı tercih ederdiniz? Yalnız başınıza olmayı becerebilir miydiniz?

Sormaktan kaçtığımız sorular, yanıtını zaten bildiklerimiz, bilip üstünü örttüklerimiz, kendimizden kaçırdıklarımız, yüzleşmekten kaçtığımız her şey, yalnız olduğumuzda gelip kalbimize çökecek. Ne güzel değil mi? değişmekten, dönüşmekten kaçan insanlık, neye değer verdiğini bir daha gözden geçirir mi dersiniz?

Şan, şöhret, daha iyi model bir araba, en pahalı çanta, en büyük pırlanta, yeni bir kıyafet daha.. Sahip olma isteğinin yerini alan tek şey sağlık değil mi? Sarılmak istediğimiz tek şey sevdiklerimiz, ailemiz. İyi günde, kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta yanımızda olan sevdiklerimizi nasıl koruruz? Tek derdimiz bu şimdilerde değil mi? Geleceğe dair umutların önceliği, hastalanmamak...

 İşte insanlık ipini koparmış sahip olma telaşından, yücelttiği sahte değerlerden, kendinden başkasının sorumluluğunu da eninde sonunda alması gerektiren durumlara doğru evrilirken, bu işin sonundan hepimize hayırlar çıkar mı? Neden olmasın? Kendimize, sevdiklerimize, çevremize, dünyaya daha sorumlu bireyler olmayı öğrenir miyiz?

Hayatı bir nehirde sürüklenip giden kuru bir yaprak gibi yaşamak yerine hem sorumlu hem aksiyon alarak davranmayı seçer miyiz?

Sahip çıktıklarımızı gözden geçirir miyiz?

Önem sıralamamızı günceller miyiz?

Çin’de ve İtalya’da fabrikaların sadece bir süre kapanması sonucu karbon salınımındaki iyileşmeyi gösteren haritaları görmüşsünüzdür. Eğer izin verirsek, tüm kaynaklarını sonuna kadar tükettiğimiz, tüketmek için bir an bile düşünmediğimiz dünya kendini yenilemekte çok hızlı.

Herkesin ulusal bazda böyle bir krizle karşı karşıya olduğu durumda halen çıkar peşinde koşan hükümetler, kişiler, politikacılar, şirketler bu işten almak istediklerini almış biçimde çıkabilirler mi?

Kötülüğün de eleneceğini umalım.

Dünyanın sonu senaryolarını bilirsiniz; göktaşı çarpmaları, büyük felaketler. Bir anda yok olmak mümkün mü? Hiç bilemediğimiz şeyler. Ama başımıza gelen şu anda tam da bu değil mi? Yavaş yavaş eksilmek. Öyle ya da böyle, yaşamın yenilenmesi için bir yeniden başlangıç.

Belki kişisel olarak yaratıcılığın arttığı, sevginin yeşerdiği, değerlerin yerli yerine oturduğu günlere çıkacağız, bu kapanmayı olumluya döndürmek aslında hepimizin elinde.

Çok mu iyimserim?

Makarna stoklamadık. Ama hamur açıp börek yapmayı düşünüyorum. Bu sosyal izolasyon meselesinden artı on kilo ile çıkmamayı dilerim. Hepimiz için. Kahve stokladım ama, kahve iyi ki var.

Şimdi güzel müziklerin, güzel filmlerin, dizilerin, patlamış mısırların zamanı. Sıkılmaya izin vermeyin, içinize bakın, orada türlü türlü oyunlar var.

Kendinize oyunların da farkına varma zamanı.

Sağlıklı günlerde kucaklaşmak üzere..










24 Aralık 2019 Salı

Mutlu yıllar !

Eski bir deyiş şöyle der; “hayatta her zaman yaptıklarını yaparsani her zaman aldıklarını alırsın” O zaman yeni yıl değişmek için de bir fırsattır aslında. Ben öyle görürüm.

Bir çoğumuz yeni bir güne başlarken, yeni bir hayata başlarken, her ne olursa olsun işte, yeni bir şeylere başlarken bir şeylerin de değişeceğini düşünür. Oysa bir bakarız ki eski alışkanlıklarımızı, eski kararlarımızı, eskiyen yanlarımızı taşıyarak girdiğimiz bir yenilikten hep aynı sonuçlar yaşayarak eskimişiz. Günleri, ayları, yılları, değişmeye değişmeye eskitmişiz. İnsanın fiziksel şartlarını değiştirmesi, ya da başkalarının değişmesini beklemesi en kolayıdır, en zoru kendin değişmeye karar verirsen başlar. Bunun için de kendine bakmak gerek, kendini görmek gerek. Ne zorlu bir yol. Herkes bu yüzden kaçınır. Erteler. Umursamaz.

Hayattan umut etme meselesi, olduramadığımızı oldurmak, elde edemediklerimizi edebilmek, yaratmak, genişletmek, sevmek üzerine kurulu bir şeylerdir. Hiçbir şey beklemesek, sağlıklı, neşeli, iyi olmayı umut ederiz. Biz iyi olalım, çocuklarımız iyi olsun, kız iyi bir okulda okusun, oğlan evlendi mutlu olsun, sevgilim beni her gün daha çok sevsin, kocam terfi etsin, karım daha az yorulsun, birileri iyileşsin, birileri büyüsün, birileri üzülmesin, yeni işlerimiz olsun, daha çok paramız olsun… Günlük hisler, isteyişleri sevdiklerimize dilekler hiç bitmez. Her gün hem de. Oysa olmayanların, eksik olanların, henüz kavuşmayan yanların kendi kendine gerçekleşecek tarafları olsa da, kurduğumuz hayatın sorumlusu her zaman bizizdir. Seçimlerimizdir.

O nedenle ben her yıl elimdekine bakarım. Elimde olmayana da bakarım. Elimde olanları korumak, olmayanları oldurmak için ise değişebilmek cesareti çok değerlidir. Biri size “artık eskisi gibi değilsin” dediğinde bu çok iyi bir şeydir. Eskisi gibi kalarak, yeni şeyler için daha iyi olamayız çünkü.

İnsanın kalbi katılaştıkça bedeni katılaşır. Zihni kalıplaştıkça davranışları kalıplaşır. Esnemek yeni yıl için en değerli hedefimdir; kendim için esnemek, başkaları için esnemek, hayat için esnemek. Yapıştığımız şeyin kendimiz olması, kendimizi sevmek filan çok değerli elbette ama kendimizde neye yapıştığımız da çok önemli. Kemikleşmiş, katılaşmış, artık son kullanma tarihi geçmiş duygulara, duruşlara hapsolduğumuzda katılaşmaya başlıyoruz. Oysa su gibi akışkandır hayat. Hayat akar siz akmazsanız hastalanırsınız. Fiziken, ruhen.. İnsan yumuşadıkça, esnedikçe iyileşir.

Yıl başları kendime bakmaya, yenilenmeye, gözden geçirmeye, daha çok sevmeye, elimdekini vermeye fırsattır. Hayatın bütünü içinde değersiz şeyleri umursamadan yaşamak, insanı katılaştıran şeyleri esnetmek için fırsattır. Herkes karşısındakinde kendini görür; neden şikayet ediyorsanız siz O’sunuz. Bu aynalamanın en değerli başlangıcı. Kabul etmek ve değişme cesareti.

Gerçek dostlar size kendinizi gösterebilenlerdir, siz kendinizi gördüğünüzde, size gerçek halinizle gördüklerinde sevip kucaklayanlardır. Gerçek aşk esnemeler içinde, değişmeyi kabul eden bir akıştır, güvendir, zafiyetlerimizi bile bile incitmeden kucaklama becerisidir. Değerli olanla, önemsiz olanı ayırabilmeye el veren sevdiklerimiz aynalarımızdır. Sevdiklerimiz kalemizdir. Kalenin duvarları taştan değildir ama.

Kendimi şanslı görüyorum.

Ana odaklanmak ile, hayatın geçiciliği üzerine düşünüp yaşamak, kalıcı değerlere sahip çıkmak ile, yenilenmek üzerine yaşanan zihinsel çelişki tamamen kendi uydurmamızdır. Ana odaklanmak aslında bütüne odaklanmaktır; yaşamın tamamının akışına izin verecek şekilde yaşamaktır. Teslim olmaktır. Teslim etmektir. Teslim olmadığımız ilişkiler, dostluklar hep yarımdır; kendinden başkasını içermediği için, bütünlenemez çünkü. Bütünlenmeyen şeyler yarımdır, eksik kalan yerleri kendi kalıplaşmış duvarlarımızla sıvadıkça katılaşır, katılaştıkça yaşlanırız.

Bu yeni yıldan dileğim yine her yıl olduğu gibi değişmek. Olduğum gibi olmamak. Olduğumdan daha iyisi olmak, sevdiğimden daha çok sevmek, daha çok neşelenmek, bunun için vesileler üretmek, bahaneleri defetmek. Kendimi daha iyi görmek.

Bu yeni yıldan dileğim, esnemek. İnsanlara bakışımda, kendim dediğim kabullerde, rutine döndürdüğüm seçimlerde esnemek. Her gün kahve içmek dahil!

Yeni yıldan dileğim “ben böyleyim!” dememek. Böyle olmasam ne olur diye düşünecek açık bir zihni geliştirmek.

Tanrı bizimle tek tek uğraşmıyor arkadaşlar. Bizim kendimizle uğraşmamız gerek. Kendimizle uğraşabilmek için çok genişleyebilen bir kalbimiz, gözlerimiz, aklımız var. Kendinle uğraşmayı terkedenler, hiç başlamayanlar, bunu önemsiz görenler vardır elbet. Ama hayat akışta mutlaka insana durup düşünmesi için fırsatlar verir. Kendi sorumluluğunu alması için. Olanların ve olmayanların sorumluluğunu herkes sadece kendisi taşır. Onu, bunu, şunu suçlayarak elde edebileceğiniz tek şey hızla geçen zamanı seyretmek. Bunu çok mikro düzeyden, hayatın geneline dek her noktada, basitten karmaşığa yapıyoruz. O öyle, bu böyle, şu şöyle. O yüzden. Onun yüzünden, bunun yüzünden!

Kendimiz gibi olmakla kendimizin katılaşmış yanlarında durmayı karıştırdığımız zaman, eskimeye başlıyoruz. Oysa yeni yıl yenilenme fırsatıdır. Bunu şans bilelim!

Bu yeni yıldan dileğim, sevdiklerime daha çok sarılmak, kucaklayanlara kendimi daha çok bırakmak, boşvermek, es geçmek, saçmalıklara izin vermek.  Dileğim kendimi olduğum gibi göstermekten vazgeçmemek. İşte buna sarılabilirim! Dileğim olduğum gibi, tüm zaaflarımla, robot değilim ya işte; tüm insani yanlarımla beni kucaklayan sevdiklerimi daha çok sevmek. İşte buna sarılabilirim!

Şanslıyım, çok kucaklanıyorum. Teşekkür ederim.

Bana sarılan herkesi kucaklıyorum. Happy Merry Christmas.

Yalnız bir Christmas market görmeden geçti ya yine zaman. Evde ağaç sevenim bile yok, ağaç süsleme heyecanı olan çoluk çocuk da yok, kala kala Zorlu’nun kıtıpiyoz ağacına kaldık.
Kar da yok !

Coğrafya kaderdir! Kolay değiştiremiyoruz.








30 Kasım 2019 Cumartesi

Seni seçtim Pikaçu!

İnsan ailesini seçemez. Ama arkadaşlarını, eşini seçebilir. Hayatını yeşertecek ya da günlerini solduracak insanlara karar verebilir.   Hayat belki kısadır ama geniştir, her anın mutlu geçmesi diye bir şey yoktur.  Kimse tamamen harika değildir. Hatta mutluluk denilen şey, esen rüzgar gibidir bazen, gelir geçer, sonra yeniden eser. Hayat ulu bir orman gibidir bana göre, güneş girmeyen gizli yerleri ve yüzeyde yeşermiş çimenleri, beklenmedik renkli çiçekleri ile koskocaman bir orman. 

Her yaşta, her zaman seçimler yaparız. Mesele o seçimleri neden niçin yaptığımızı bilmektir, o ormanın gizi tam da oradadır aslında.  Seçimlerimizde geçmişimizin yaraları gizlidir ve şimdinin mimarı sisler altındaki geçmişimizdir. Bazen bu günü seçiyoruz diye talihsizce geçmişi tekrar ederiz. Orası ormanın en kuytu köşesidir, en karanlık yamacıdır, en dönüp bakmadığımız ağaç altıdır. 
İşte o karanlık içinde yine de kalbimize ışık olan insanlar vardır. İyi günde, kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta, neşeli ve zor zamanlarda yaşamı paylaşmayı seçtiklerimiz. 

Şimdiki zamanda değil, geniş zamanda sevmek çok değerlidir, sevmek dediğimiz şey kırılgan değildir ve bir çok zorlu koşuldan bağımsızdır, sürekli yanan, bazen küllenen bir ateştir, ama rüzgarı özler. Bazen karşılıklı boşvermek rüzgar estirir, bazen üstüne titremek. Kızarken sevdiğini unutmamak çok değerlidir. İnsanın içinde rüzgarlar esti mi, havalanan tozların yerinde çiçekler biter. Tozları havalandıran insanları seçmek değerlidir.
İşte kaç yaşında olursak olalım hayat aslında ve tamamen seçtiğinimiz insanlardan oluşur.  Bunu çok önemsiyorum. Birlikte genişlediğin, sevginin ateşini körüklediğin insanlar değerlidir. Sadece beraber gülmek değil, zor zamanlarda yanyana durmak da kalpleri genişletir. Ve böylece kesinlikle daha çok seversin. Çok sevmek bir yetenektir, çok sevebilenlerle edinilir. Şefkat mirastır, herkese kalmaz, herkes şefkatli bir kucaklamayı miras bırakamaz. 

Her sabah nasıl bir günaydınla karşılaşacağımızı bir seçeriz aslında. Başımızı okşayacak elleri biz seçeriz. Yaralarımızı öpecek insanları biz seçeriz, kış çiçeği sevdiğimizi bilen, bir demetle kapıda biten kalpleri biz seçeriz. Ben bu yüzden ve pek çok nedenle kendimi şanslı görüyorum. Hiç eksilmeden çoğalmama vesile olan herkes için, kalbim her gün daha çok daha çok severek genişlediği için, buna vesile olan sevdiklerim için. Hayat gerçekten çok kısa, belki çıkmayız yaza ve kaskatı tuttuğumuz köşeler var ya, onlar işte bizim zindanlarımızdır. Onlar rüzgar paravanlarıdır, sevgi ateşini söndüren.

Yeni yıl geliyor, çok sevinçliyim. Allahını seven üstüme yeni yıl süsü atsın:) Bir sabah uyanayım ve ren geyikleri göreyim, çok ışıklı christmas marketlerinde sıcak şarap içeyim. Karlarda koşayım, leğene oturup kayayım. Asla rüzgar nerden esiyorsa o yönde davranan biri olmayayım, geniş zamanlı seveyim, sevginin kıymetini inşallah hep bileyim. Şefkatim aksın, çağlasın, sevginin değerini bilenlerle yiyip içip gezeyim. En şahane tarhana çorbalarını içeyim. 

Amen. Happy xmas şimdiden. 

Ve zaten öyledir:) 

Buraya kadar okuyanlara not: Tatlıyı bıraktım